Necip Fazıl Kısakürek Medeniyetimizin Büyük Dehası
Necip Fazıl ismini her anışımda Yahya Kemal’in şu iki mısraı gelir hatırıma: Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine; Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine. Bu şiirin bilhassa ikinci mısraı sanki Necip Fazıl’a yazılmıştır. Evet, nev-i şahsına münhasır bir kişilik olan Necip Fazıl, ne kimseye benzer ne de kimse kendine benzerdi. Tek kelime ile baştan sona orijinal bir şahsiyetti. Yirminci yüzyıl düşünce dünyasına getirdiği fikri tespitler ile İslam tefekkür mecrasını açacak kadar tefekkür ehlidir. Bu sebeble hala diriliğini korumaktadır. Cumhuriyet sonrasında tek parti diktesini fikri planda geri püskürtmüş, Müslümanların sistem ve devlet algısını değiştirerek alternatif sistem ve dünya görüşü oluşturmuştur. Fikirleri ile kitleleri arkasından sürükleyen, çok ama çok güçlü hitabet kudreti ile her zaman eskimez huviyetini her çağa isbat edecektir. Çocukluk yaşlarımdan bu yana meftunu olduğumu da bu vesile ile söylemeliyim. Şiirlerinin birçoğunu ilkokul dönemlerinde ezberlemiştim. Ortaokul yıllarımdan itibaren de fikir yazılarıyla zihni sancılara uğradığımı hatırlıyorum. 11-12 yaşlarındaydım. Delice Üstad Necip Fazıl’ı okuyor ve O’na hayranlık besliyordum. Genel itibariyle üstadı hep geceleri okurdum. Gece uyumak bilmeyen gözlerim, bütün konforunu O’nun eserlerinde bulurdu. Uyku kavramını hayatımda akamete uğratan Necip Fazıl’dır. Çok kere eserlerinde sabahladığımı hatırlarım. Ama bir gece var ki bence çok muhim ve manalı. O gecemi manalı yapan vakıa ise Üstad Necip Fazıl’ı rüyamda görmem. Kısacası şöyle söyliyeyim; Zannederim üstadın “Çöle İnen Nur” eserini okuyorum. Okudukça tabii ki eriyor, bitiyorum. Ayaklarımda incecik bir titreme, kalb atışlarımı hızlandırıyor. Ve bir anda inanılmaz derece gözlerime uyku çöküyor. Hiç huyum olmadığı halde uykunun peşine düşüyorum. Sanki bir ses kulaklarıma megafonla bağırarak; “HAYDİ YAT ARTIK” diyor. Bu sese mâni olamıyorum. Madem öyle, uyuyayım dedim ve yatağa doğru yöneldim. Yatağa yatıp gözlerimi kapadığımda o gece rüyamda üstadım Necip Fazıl’ı görmüştüm. Rüyamda; Büyük bir salonda yüzlerce insana fikir aşılayan Necip Fazıl, konuşmasının bitmesiyle kapıya yöneliyor ve arkasından ben koşarak elini öpmek istiyorum. Ama o elini öptürmüyor ve kulağıma şunları fısıldıyor; “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik. Halka değil hakka inanan meclisinin duvarında hâkimiyet hakkındır düsturuna hasret çeken ve gerçek adaleti bu inanışta halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik” Üstad gençliğe hitabesinden bu sözleri söyledikten sonra tekrardan bana dönerek; “Benim gençlerim benim bile elimi öpmez” diyor. Rüya bu şekilde. Benim bir uyanışım var ki dillere destan. Vücudum kanter içinde. Bu rüyadan sonra nazârımda, Necip Fazıl; bir kahramandı artık. Kendi kendime o gece söz vermiştim. Eğer bir gün elim kalem tutarsa ilk eserim Necip Fazıl üzerine olacaktı. Bu eser, o sözün bir tezahürüdür. Üstad’ın kerameti ile çok kısa bir süre de üç baskısı biten bu kitabın 4. basımını aziz okuyucularımızın huzurlarına sunmak benim adıma son derece heyecan verici bir hadisedir. Son söz olarak yeni baskımızın hazırlanma aşamasında bizlere yardımcı olan çalışma arkadaşlarıma da sonsuz teşekkürler. Bu isimlerin en önemlisi; -ismi şu an için meçhul olması gereken- en yakınıma da sonsuz sevgiler. Ayrıca genç arkadaşlarımızdan Muhammed Raşit Avan’a da gayretlerinden ötürü teşekkürlerimizi sunarız. Hayırlı olması dileğiyle. METİN ACIPAYAM