Bitmeyen Aşk
Edebiyatımızın ustalarından Pınar Kür, Bitmeyen Aşk’ta “aşk”ı tüm boyutlarıyla ve çok değişik, alışılmadık açılardan irdeliyor. Edebiyatın ve yaşamın en temel öğelerinden biri olan “aşk”ı duygusal değil de akılcı bir yaklaşımla ele alıp taşıdığı tüm olasılıkları bir bir ortaya çıkarmayı denerken, “klasik aşk romanı”nın konusunu olduğu gibi koruyor ama içeriğini ve anlatımını altüst ediyor. Bunu yaparken okur ve öteki kişilerle birlikte “yazar”ı da romanın başkişilerinden biri olarak olayları keşfetme sürecine sokuyor. Bu “yazar”, Nilgün ile Sinan’ın öznel anlatımlarını kendi nesnelliğiyle dengelemek iddiasındaysa da, nesnelliğini her zaman koruyup korumadığı konusundaki son karar okurun olacaktır elbette. Gelelim bu romanda “yazar” kisvesi altına saklanan ukala yazara... Olayları doğru dürüst, sırasıyla anlatacağına, bir oraya bir buraya atlayan, başkişilerinin gevezeliklerine uzun uzun yer verdikten sonra, tam gevezelikler heyecanlı olmaya başladığında söze dalan bir yazara pek çok okur, belki de haklı olarak “ukala” sıfatını yakıştırmıştır. Buna karşı yazarın tek savunması, burada anlatılanın alışılmış bir öykü olmadığıdır. Burada anlatılan ne bir aşk öyküsüdür ne de Nilgün’ün, Sinan’ın yaşamları... Aşkın öyküsünü anlatmak gibi belki de olasız bir çabanın içine girmiş olan yazar, Nilgün ile Sinan’ın yardımını istemiştir yalnızca. Yani onların aşkı iyi mi sonuçlanacak kötü mü, mutlu mu olacak mutsuz mu, bu kalpsiz ve duygusuz ve cinselliği belirsiz yazarın umurunda bile değil.