Reviews

Oldukça sürükleyici ve kolay okunan bir kitap. Yazarın Martin Eden la olan ortak noktalarını düşününce, karakterin zaman zaman kendini üstün gören tavrı garip bir tat bıraksa da kitabın tamamına yayılacak kadar rahatsız etmedi hatta zaman zaman kendi özeleştirisini yapan Martin Eden kendini sevdirmeyi başarıyor. Olaylar özellikle ilk kısımlarda biraz tekrarlı gibi. Martin Eden’ın bireyselci yaklaşımının gelişimi de sonuçları da insanı üzerken düşündürüyor.

3.75-4 (two times in a row!!) “It is because socialism is inevitable; because the present rotten and irrational system cannot endure; because the day is past for your man on horseback.” at first i was quite frustrated that martin eden didn’t end up as a socialist propagandist, after all it seemed to be the perfect set-up given that he gradually became proficient in writing. but then it dawned on me that london might’ve wanted to intentionally hammer the incalculable hardships (pun intended) martin had gone through just for him to be ultimately unsatisfied with the fruits of his labor. the ‘work performed’ as he said it. instead of directly convincing readers why socialism is favorable, he instead emphasized the grave outcomes of individualism, in which he cunningly builds up a tale of tragedy. in this way, the story is substantially more compelling. one of my gripes with this book is the way women are depicted: most of them came across as one-dimensional to me, especially ruth.

Martin eden oz abim

good but too descriptive and repetitive which made it a little boring. the storyline however is very unique and unpredictable since i found myself wondering what the point of the book was. knowing that a part of the ending was already spoiled for me, i could not have guessed how it would get to that point until the second it was announced

"hayattı bu acıyan."

Her duygunun peşinden satır satır gittik kitapta. Azmin, kendine olan inancın sonunda aydınlığa yorgun ulaştı Martin Eden, çok onurlu bir yaşama seyirci olduk.

bu sabah 8 gibi uyandım. telefondaki bildirimlere baktıktan sonra çocukluğumdan beri yapmayı en çok sevdiğim şeye geçtim: hafta sonu sabahı yataktan kalkmadan kitap okumak. ondan daha çok sevdiğim bir şey varsa o da o kitabı kalkmadan bitirmek. kitabı zaten başından beri bayılarak okuyordum ama son 100 sayfayı bu sabah o kadar büyük bir zevkle okudum ki, öğün atlamama izin vermeyen migren ve gastritimi susturmak adına kalkıp biraz kayısı ve badem yedim ve koşarak yatağa geri döndüm. bir kitap değerlendirmesinde böyle şahsi ve gereksiz detayların yeri yok biliyorum, ama kitabı o kadar sevdim ki, bence bunların hepsinin önemi var. işte böyle, sabah kalkmadan okuma ritüelimin hakkını veren kitapları ayrı bir seviyorum. martin eden, 1909'da, amerika'da yayınlanmış bir kitap gibi değil; yani hem öyle, hem değil. sadece bir karakterin hikayesini anlatırken bu kadar evrensel, zamansız bir şey anlatabilmek çok büyük bir başarı. 2019'un türkiye'sinde okuyan bir kadının, 1909'un amerika'sında yaratıcılık duygusundan toplumun hiçbir sınıfına sığamayan, bir yandan açlıkla, yoksullukla; bir yandan çevresindeki insanlara sevgisini ve sadakatini ispat ile başa çıkmaya çalışan bir erkekle, kendisinin böyle dertleri olmadığı halde bağ kurmasını sağlamak çok, çok büyük bir başarı. (view spoiler)[üstelik, kendisi sosyalist olan london'ın, onunla çok zıt düşünen fakat yine de okurların kendini özdeşleştirecekleri kadar canlı, gerçek bir karakter yaratmasına ise diyecek söz bulamıyorum. (hide spoiler)] yukarıdaki spoiler'da faydalandığım detay ve nicelerini öğrenmemi, onlarla beraber bir sürü yazardan, sanatçıdan haberdar olmamı sağlayan çevirmen levent cinemre'ye ise büyük bir teşekkür borçluyum. kitabın kendisi roman sanatı olarak tanıtılabilecek seviyede bir kusursuzluğa sahipken, türkiye'deki okurların bu romandan alacağı keyfi zerre düşürmeyen, hatta dipnotlarıyla katbekat artıran çeviri de gerçek bir çeviri sanatı örneği bence. son olarak, hikayenin başından sonuna kadar, kesintisiz ve tutarlı bir şekilde devam eden, somut bir şey gibi gelen, takip edilebilen karakter gelişimlerinin aşığıyım. bu kitap da bunun çok güzel bir örneği.

Sıkıcı başlayıp bir süre şans verdikten sonra sizi oldukça içine çeken bir hikaye, kitaptan ilgimi çeken ifadeler burada: https://vurgulananlar.blogspot.com/20...
















Highlights

Editörlerin yüzde doksan dokuzunun başta gelen özelliği, başarısızlıkları. Yazar olmayı başaramamışlar. Sakın masabaşı işinin sıkıcılığını, satışların ve işletme müdürünün kölesi olmayı yazarlıktan daha çok istediklerini zannetme. Yazmaya çalışmış ve becerememişler. İşte lanetli paradoks da tam burada. Edebiyatta başarıya açılan her kapının önünde bekçi köpeği olarak onlar, yani edebiyatta başarıya ulaşamamışlar durur.
benzer şeyler kimi meslekler için söylense de buradaki paradoks ilginç

Kültürün giyimle atbaşı gittiğine, üniversite eğitimiyle derin bilginin aynı şeyler olduğuna inanarak nasıl da kendini kandırmştı.

Eğer bir şeyi sevmediysem sevmedim demektir, o kadar. Şu güneşin altındaki hiçbir sebep sadece türdeşlerim çoğunluk olarak onu beğeniyor veya beğenilmesi gerektiğine inanıyor diye o beğeniyi benim de taklit etmemi gerektirmez.