
Reviews

Kitabı gözünden okuduğumuz oldukça ilginç, kendisiyle ve doğayla barışık cesur kadınla arkadaş olmak isterdim. Kitapta hoşuma gitmeyen bir nokta ise intikam gibi “kötü” bir kavramı hayvanlarla bir arada düşündürdüğü yerler. Hayvanların saf olduğunu ve hiçbirinin kötü olmadığını düşünürüm. İntikam da diğer kötülükler gibi insana özgü.

Bu kitap artık en sevdiğin kitap sorusuna cevabım olacaktır. Bazı konularda hissettiğim derin öfkenin bir tasvirini bulup hayrete düştüm. Bazı durum ve hislerin ifade ediliş şekline hayran kaldım. Kendimi keşfetme konusunda yeni sorular buldum. Son sayfayı okuyup bitirdiğimde yüzümde bir tebessüm vardı.

Gelecekte ne olacağını bilemediğimiz gerçeği, dünyanın programlanmasında berbat bir hata. İlk fırsatta düzeltilmeli. “Doğrusunu söyleyeyim” ifadesini bu kadar çok kullanan birinin kesinlikle bir yalancı olduğunu düşünmeden edemedim.

hiç sevmedim. yani yazarın durduğu yerle hemfikirim, her ne kadar vegan/vejetaryen olmasam da, -bunun ikiyüzlü bir duruş olduğunu da biliyorum- hayvanlarla ilgili dertlerini paylaşıyorum. ama bu tıkanık, dümdüz yazma şekli olsun, gereksiz gereksiz onlarca astroloji muhabbeti olsun... sonu besbelli anlaşılırken çok şaşırtıcıymış gibi yazma gayreti olsun... asla anlaşamadım tokarczuk'la. benim yazarım değilmiş diyor, tüh keşke okumadan iki kitabını daha almasaydım diye hayıflanmaya gidiyorum.

“Bilginin ağırlığını taşımak imkansızdır. Zira dünyanın en küçük parçası bile ıstıraptan yapılmıştır.” Sür Pulluğunu Ölülerin Üzerine, yazarın okuduğum üçüncü kitabı oldu ve diğerlerinden biraz daha farklı buldum. Okuyama ilk başladığımda uyum sağlamakta biraz zorlandım ama “Koşucular” kitabında da ilk sayfalarda “bir dakika ne oluyor, ne okuyorum ben” hissini yaşayıp sonrasında devam ettiğimde bambaşka bir okuma yaşadığım için bu noktaya çok takılmadım ve haklı da çıktım. Kitaba geri dönersek; Polonya’nın Çekya sınırında yaşayan ve astrolojiyle “hayatı” düzenleyen, bundan öncesinde ise Suriye’de Lübnan’da köprüler yapmış, şu an yaşadığı yerde İngilizce öğretmiş, boş zamanlarında da William Blake çevirileri yapan bir kadın karakterimiz var. Bayan Duszejko. Soyadının, adı yerine kullanılmasını istiyor çünkü kimsenin Janina- yani Tanrı’nın armağanı / Tanrı’nın zerafeti- adını taşımaktan hoşlanmayacağını söylüyor. Yazarın kendi kimliğinin yansımasını bolca bulunduran Janina’nın kayıp küçük kızlarının peşinde, kasabanın ardı arkası kesilmeyen garip ölümlerinin gizeminde William Blake dizeleri ile süslü -ki kitabın adı da bunlardan birisinden geliyor-, hayata ve sisteme dair çok yerinde eleştiriler ve sizi sorgulamaya götüren tespitler içeren okuması tatmin edici bir kitap. Yalnızca öyle cinayet vs denildiğinde, çok akıp giden, aksiyonu bol bir kitap beklemeyin. Zaten öyle çok tahmin edilemez bir gidişatı da yok ama zaten yazarın derdi de bir polisiye kitabı yazmak değil, düzene duruşunu ve o düzenle derdini anlatmak. O açıdan da çok güzel bir okuma. Sadece astroloji üzerine olan bölümler biraz sıkıcı geldi bana, o da benim bu alandaki bilgisizliğim ve ilgisizliğim ile ilintili.

** spoiler alert ** 4.5/5 Tam bir 21. Yüzyıl romanı Anlatıcımız Janina Polonya'nın Çekya sınırının dibinde, medeniyetten uzak bir yaylada yaşıyor. Roman boyunca ara sıra 'Küçük Kızları' olarak tanımladığı kayıp köpekleri dışında oldukça yalnız bir hayatı var. Burada doğmuş ya da burada yaşamak zorunda değil ama o burada yaşamayı tercih ediyor. Çünkü hayvanları insanlara tercih ediyor. Tam bir doğa hakları savunucusu. Avcılara karşı mücadele ediyor. Onun için kaçak avcı ya da normal avcı asla fark etmiyor, çünkü ikisi de hayvanları öldürüyor. Bu davranışları yüzünden etrafındaki insanlar tarafından "deli kocakarı" olarak yaftalanıyor ama mücadeleden asla vazgeçmiyor. Medeniyetten uzak bu köyde kışları üç kişi yaşıyor. Yazları ise insanlar şehirdeki evlerini bırakıp üç aylığına buraya geliyor. Yılın neredeyse yarısı kar altında olan bir bölge. İklim değişikliği burayı da etkiliyor, ama beklenen yönde değil. Son yıllarda kışlar daha soğuk olmaya başlıyor, daha çok kar yağıyor. Anlatıcımızın bir görevi de kışın boş kalan evlerle ilgilenmek, ağır kış şartlarında evlerin tamirat ihtiyacını gidermek. Janina kısa kış günlerini astrolojiyle ilgilenerek geçiriyor. İnsanların yıldız haritalarını inceleyerek geleceklerine dair öngörülerde bulunuyor. Samimiyeti olmadığı insanlara bile doğum tarihlerini sorarak yıldız haritalarını incelemesi onun insanlar gözündeki garipliğini arttırıyor. Haftada bir gün ise eski öğrencisi Jenina'nın evine geliyor ve bütün geceyi birlikte William Blake çevirerek geçiriyorlar. Romanın Blake'in şiirleriyle iç içe bir yapısı var. Her bölümün başında Blake'den bir epigraf yer alıyor. Romanda şiirin bu kadar merkezde yer almasına rağmen anlatıcımız (ve araştırmalarıma göre Olga Tokarczuk) şiir sevmiyor. "Şiiri sevmezdim, dünyadaki tüm şiirler bana gereksiz yere karmaşık ve anlaşılmaz görünürdü. Bu ilhamların neden düzgünce, düz yazı halinde kaydedilmediğini anlayamıyorum." Anlatıcımız isimleri sevmiyor. Bu nedenle etrafındaki herkese kendine göre isimler takıyor. "İnanıyorum ki her birimiz diğer Kişiyi kendimizce gördüğümüzden, onlara uygun olarak düşündüğümüz ismi vermeliyiz. Böylece çok isimli oluruz. İlişkide bulunduğumuz insan sayısı kadar çok ismimiz olur." Bu alıntıda da görüleceği gibi yazar küçük harfle yazılması gereken bazı kelimeleri büyük harfle yazıyor. Bu durum romanda çokça yer kaplayan William Blake'de görülen bir durummuş. Kitabın başlangıcında, köyde yaşayan üç kişiden biri olan Koca Ayak kirli iç çamaşırıyla utanç verici bir durumda köyün diğer sakini Garip tarafından ölü bulunuyor. Bu yüzden anlatıcıyla Garip farkında olmadan delilleri karartarak Koca Ayak'ı giydiriyor. Bu sırada ölünün ağzından bir kemik parçası düşüyor, karakterler ve okuyucu Koca Ayak'ın bu kemik yüzünden boğulduğunu anlıyor. Ortada herhangi bir şüphe ya da gizem yok. Ancak olur da kitabın arkasını okuma hatasına düşerseniz kitabın polisiye bir kitap ya da bir katil kim romanı olduğunu öğreniyorsunuz. Yayınevi kitap için hazırladığı reklamla da bu tarz tanıtıma devam ediyor. Evet romanın akışı boyunca ölümler devam ediyor, şüphe artıyor. Anlatıcımız ölenlerin hepsinin avcı olmasından yola çıkarak hayvanların intikam aldığına dair bir teori geliştiriyor ama ilk ölümde herhangi bir şüphe yok. Bu da romanın bahsettiğim ölümden sonraki kısmındaki her detayda bir cinayet şüphesi ya da polisiye bir olay aramanıza neden oluyor. Benim için keyif kaçırıcı bir tecrübeydi, ben bu durumu arka kapak yazısından değil romanın doğal akışı içinde yazar tarafından yaratılan şüpheyle öğrenmek isterdim. Romanı bana göre tam bir 21. Yüzyıl romanı yapanlar; - Annelik, kızlık ya da eşlik üzerinden tanımlanmayan bağımsız bir kadın anlatıcıya sahip olması. - Anlatıcının zihnine tam olarak girebilmemizi sağlayan birinci tekil anlatıcı kullanımı. - Son zamanlarda çokça karşılaştığımız, mizahla harmanlanmış 'şehir hayatından sıkılmış beyaz yakalanın doğaya kaçması (ve orada tutunamaması)' temasındansa doğayı gerçekten seven ve doğayı tahrip edenlere karşı gerekli her türlü mücadeleyi veren anlatıcının yaşadıklarını ciddiyetle ele alması. - İklim değişikliği gibi tam da 21. Yüzyıl meselesi olan bir olguya ucundan da olsa değinmesi. 300 Sayfalık kitabın son 20 sayfası olmasa bu kitabı başyapıt ilan edecektim. Ama kitabın öyle bir sonu var ki bana göre kitabı ucuz polisiye roman seviyesine düşürüyor. Evet katil anlatıcımızmış, TA DAAA. Üstelik yazar burada bize post-modern bir oyun oynayıp bizi nasıl kandırdığını açıklamak yerine eskimiş, dümdüz bir yolu tercih edip etrafındaki karakterlere cinayetleri nasıl işlediğini 10 sayfa içinde anlatıyor. Böyle bir kitaba kesinlikle yakışmayan bir son.











Highlights

Zaten neden yararlı olmak zorundayız ve hangi nedenle? Dünyayı kim yararlı veya yararsız diye ayırıyor ve ne hakla? Devedikeninin yașama hakkı yok mu veya bir depoda tahılları yiyen Farenin? Arılara, işçi Arılara veya otlara veya güllere ne diyorsunuz? Kimin haklı, kimin iyi, kimin kötü olduğunu yargılama küstahlığına sahip ki?

"Hayvanlar, yaşadıkları ülke hakkındaki gerçekleri gösterir” dedim. "Hayvanlara olan yaklaşım yani. İnsanlar Hayvanlara vahşice davrandıklarında, hiçbir demokrasi biçimi onlara yardımcı olmaz, aslında hiçbir șey yardımcı olmaz."

İnsanların bölünmelerinin üç grupta -kayakçılar, alerji mağdurlar ve sürücüler-toplamasını çok inandırıcı bulurum. Bu iyi ve doğru bir tiplemedir. Kayakçılar hedonistir. Yamaçlardan aşağı kayarlar. Oysaki sonuçta genellikle sırtları ağrIsa da sürücüler kaderlerini ellerine almayı yeğlerler; hayatın zorluğu ortada zaten. Alerji mağdurlarıysa hep savaştalar.

Öfke, aklı daha berraklaştırır ve keskinleştirir, daha fazlasını görmeyi mümkün kılar. Diğer duyguları silerek gövdenin kontrolünü ele alır. Tüm sınırları aştığından, kuşkusuz tüm bilgeliğin kaynağı olur o öfke.