Reviews

Yazarların Nobel sonrası ilk romanları mühimdir malum. Ne yazacak, nasıl yazacak filan, “Nobel’den sonra çok bozdu yeaa” dedirtecek mi diye herkes tetikte bekler. Klara ile Güneş de Ishiguro’nun Nobel aldıktan sonra yazdığı ilk romanı, geçen sene yayınlandı. Akademi, ödülü kendisine verme sebebini şöyle açıklamıştı: “güçlü duygularla yüklü müthiş romanlarında dünya ile olan yanılsamalı ilişkilerimizin altındaki derin boşluğu açığa çıkardığı için.” Klara ile Güneş belki de Ishiguro’nun bu işi en iyi biçimde yaptığı romanı olmuş, bence. Her zamanki gibi katman katman açılan, son derece sürükleyici ve merak uyandırıcı bir roman ama tabii ki sadece bundan ibaret değil. Distopik bir gelecekte kurduğu hikâyeyi öyle güzel katmanlandırıyor ve o dünyayı öyle incelikli anlatıyor ki yazar. Distopyalarda uzun uzun o yabancı dünyanın ve koşullarının anlatılmasına alışkınızdır malum, Ishiguro bunu yapmıyor ve içinde bulunduğumuz dünyayı karakterlerin tepkileri ve konuşmalarından bizim çıkarmamızı bekliyor. Didaktik ve dışarıdan bir tavırla dünyayı tasvir etmek yerine okuru dünyanın içine davet ediyor bir nevi, bunu çok ama çok zekice buldum ve oyuna zevkle katıldım. Yapay zekayla üretilmiş “Yapay Arkadaş”ların yaygınlaştığı bir evrende, bir Yapay Zeka olan Klara’nın ağzından dinliyoruz öyküyü. “Beni Asla Bırakma”dakine benzer meselelerle uğraşıyor yazar bu eserinde de. Kitabın akıntısına kapılmanıza mâni olmamak adına öyküden bahsetmeyeceğim ve bana bıraktığı o müthiş soruyu ekleyerek bitireceğim: bizim biz, sevdiklerimizin onlar olmasına sebebiyet veren, adı konulamaz, tarif edilemez, ölçülemez ve taklit edilemez bir “şey”, bir “öz” var mıdır? İnsan olmanın nüvesi nedir yani?







