
Reviews

Mahvoldum, mahvoldum. Daha yılı yarılamadık ama Harro ile Libertas’ın bu sene okuduğum en iyi kitaplardan biri olacağı şimdiden belli. En son ne zaman bu hale geldiğimi hatırlıyorum: Malaparte’nin Kaputt’u'nu okurken. Evet o da olağanüstü bir İkinci Dünya Savaşı kitabı ancak arada bir fark var: orada beni ağlatan şey şiddetin ve kötülüğün ta kendisiyken, burada bambaşka bir şey, daha yüce, daha görkemli bir şey: Direnmenin, iyiliğin, insan olmanın ve insan kalmanın büyülü gücü. Yazarın son bölüme verdiği ad bence bu kitabın tüm derdini anlatıyor: “restitutio memoriae”, yani “hatıranın itibarını iade.” Nazi Almanyası’nda tarifi zor bir cesaretle bir direniş gösteren Harro Schulze-Boysen ile eşi Libertas’ın ve dostlarının gerçek öyküsünü, olağanüstü detaylı bir araştırmayla topladığı belgelere dayanarak bir roman gibi yazmış Norman Ohler. Ama ne yazmak, nasıl yazmak. Bir kahramanlık öyküsünü -ve trajediyi- hem bunca süssüz hem bunca görkemli, hem böyle serinkanlı hem böyle yürek dağlayıcı biçimde anlatabilmek… (Bu arada Tanıl Bora çevirisi okumayı da, İletişim’in çok sevdiğim Faşizm İncelemeleri serisini de çok özlemişim, hatırladım.) Kitabın son 100 sayfasını dışarıda okudum, daha doğrusu okuyamadım: Sık sık durup nefes almak zorunda kaldım, en sonunda sonunu ağlamadan getiremeyeceğimi anlayınca kendimi eve attım, evde bitirebildim. Ama yinelemek isterim: beni ağlatan şey şiddet yahut işkence değildi, o tür bölümler yok denecek kadar az, beni ağlatan şey bu bir avuç insanın dünyayı değiştirebileceklerine duydukları inançtan devşirdikleri cesaretle yapabildikleri oldu. “Sadece yaşamak ve sevmek isteyen” bu insanları tanıdığım, dünyadan geçtiklerinden haberdar olabildiğim için mutluyum şimdi. Harro Schulze-Boysen’in ölümününden hemen önce yazıp hapishane duvarına gömdüğü ve savaş bittikten sonra bulunan şiirinden şu cümlelerle bitirmek istiyorum: “Öleceksek de biliyoruz ki: tohum yeşerecektir / Kelleler gitse bile, ruh devleti altedecektir.” Bu müthiş insanların ruhlarına o halde.

